7 buçukta odayı boşalttım. Evet biraz zor uyandım ama ucunda İstanbul’uma dönmek olduğu için çok motiveydim. Bahçede güzel bir kahvaltı bizi bekliyordu. Kahvaltımızı edip çıktık yola. Arkama bakmadım bile. Umarım Libya uzuuuuun bir müddet çıkmaz karşıma. Gerçi haksızlık etmeyeyim. Çok güldüğümüz anlar da oldu. Absürt insanlar, absürt olaylar da oldu. Gülümsemeler ve kahkahalar oldu. Yine de bu kadar çalışmayı yaşamak istemem bir daha.
Trablus’a giderken Lepcis Magna’yı da gördük. MS 200 yıllarında Romalılar’ın inşa ettiği bir antik kent. Güzel oldu. Denetimin yorgunluğundan sonra kültürel anlamda bir şey kaldı elimizde. Sanırım görülebilecek tek yeri de görmüş olduk. Bol bol fotoğraf çektikten sonra kaldığımız yerden devam ettik yola. Trablus’a vardığımızda hala gezmek için biraz zamanımız vardı. İlk iş bir Türk restoranında yemek yedik. Sonra Trablus sokaklarına daldık. Cuma olması nedeniyle her yer kapalıydı. Yine de güzeldi. Vakitlice havaalanına gittik. Bir macera da orada başladı. Parayı bastırıp girdik VIP Lounge’a. İyiki de girmişiz yoksa zaman geçmeyecekti. Bu arada bir güvenlik görevlisi bana evlenme teklif etti. Ama ufak ve gereksiz bir ayrıntı olduğu için fazla detaylandırmayacağım.
…
Uçak İstanbul üzerinde süzülürken ışıklı haline bir kez daha âşık oldum İstanbul’un. Farkında olmadan elimi cama götürüp sevmişim Boğaz Köprüsü’nü. Tabi ki gülüşmelere uyandım. Gözümde bir damla yaş vardı.
Valiz bile ağır gelmemişti 3 kat taşımama rağmen. Anahtarın sesi sevdiğim bir şarkı gibiydi. Eve girdim, bavulu bir kenara bıraktım ve salonun perdesini ardına kadar açtım. Vadi ışıklıydı, denizin üzerindeki vapurlar ışıklıydı, karşı kıyıdaki camilerin minareleri büyülüydü. Bir saat kadar oturdum balkonda, elimde Bailey’s’li kahvem. Ben gerçekten mutluydum. Ne olursa olsundu. Ben artık evimdeydim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder